'Türkiye Göç Güzergâhlarının Tam Merkezinde Bulunuyor'

Toplumsal varoluşun her boyutunu etkileyen göç olgusunu İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yusuf Adıgüzel ile konuştuk.

İSTANBUL

Göç kavramını, “İnsanların bulunduğu bir yerden, bir fiziki mekândan, bir şehirden başka bir şehre, kente, ülkeye yerleşmek amacıyla gitmesi” olarak tanımlayan Prof. Dr. Yusuf Adıgüzel, göç olgusunun toplum hayatını derinden etkilediğini söyledi. Prof. Dr. Adıgüzel, “Göçmen bir başka bölgeye, başka bir ülkeye, kente gittiği zaman oraya sadece fiziksel bir hareketlilik yapmış olmuyor. Giderken bütün duygularını, düşüncelerini, fikirlerini, birikimlerini, geleneklerini, göreneklerini, bilgi birikimini, entelektüel birikimini kendiyle birlikte götürüyor. Diğer taraftan bunları başka bir yerdeki kültürün içerisine taşıyor. İki kültür karşılaştığında, bu farklı kültürlerden yeni ve daha zengin bir kültürel yapı ortaya çıkıyor” dedi.

“Türkiye Göç Güzergâhlarının Tam Merkezinde Bulunuyor”

Dünyadaki göçmen nüfusuna dikkat çeken Prof. Dr. Adıgüzel, “Dünyadaki göç hareketlerine kuş bakışı baktığımızda güney- kuzey, doğu- batı aksının tam ortasında Türkiye bulunuyor. Bu anlamda Türkiye göç güzergâhlarının tam merkezinde, kavşak ortasında bulunuyor. Söz konusu durum ise Avrupa’ya göç etmek isteyenlerin Türkiye topraklarından geçmesini zorunlu kılıyor. Ancak özellikle 1980’lerden sonra Türkiye sadece bir geçiş ülkesi değil yavaş yavaş kalıcı göçleri de içine alan bir hedef ülke haline gelmeye başladı” şeklinde konuştu.

“Anadolu Göç Hareketlerinin Merkezinde Olmuş Bir Coğrafya”

Anadolu coğrafyasının yüzyıllardır tam bir göç merkezi olduğunu ifade eden Prof. Dr. Adıgüzel, Türklerin Anadolu’ya gelişinden günümüze dek, bu coğrafyada sürekli bir fiziksel hareketlilik olduğunu belirtti. Göç hareketlerinin Anadolu kültürünü çok zengin bir kültür haline getirdiğini ifade eden Prof. Dr. Adıgüzel, “Cumhuriyet kurulduğunda Misak-i Milli sınırları içerisindeki nüfusa baktığımızda, bu nüfusun önemli bir kısmını göçmenlerin oluşturduğunu görmekteyiz. O dönemde, Osmanlı Devleti toprak kaybettiği için Kafkaslardan, Kırımdan, Balkanlardan milyonlarca insan Anadolu’ya göç etmek durumunda kalmıştı. Bu insanların birçoğu yollarda ağır göç şartlarında hayatını kaybetti. Cumhuriyet’ten önce Anadolu’ya yaklaşık 5-6 milyon insanın göç ettiği söylenmektedir. Bu sayı ise o dönem için oldukça yüksek bir orandır. 1927 yılında Türkiye’de ilk nüfus sayımında, Türkiye nüfusu 13,5 milyondu. Bu bakımdan nüfusun, önemli bir kısmı göçmenlerden veya atası göçmen olanlardan oluşuyordu. Sonrasında da bu göçler yavaşlayarak da olsa bir şekilde devam etti” şeklinde konuştu.

“Türkiye’nin Toplumsal Yapısında Göçler Önemli Bir Belirleyici”

Prof. Dr. Adıgüzel, “1980 öncesinde Anadolu’ya yapılan göçler daha homojen olduğu için toplumsal yapı yeni gelen göçmenlere daha kolay uyum sağlayabildi. Balkanlardan gelen göçmenler ister Boşnak, ister Arnavut, ister Makedon olsun veya oraya birkaç yüzyıl önce giden Türklerin torunlarından geri dönenlerden olsun fark etmiyor. Biz Balkanlardan gelenlere Evlad-ı Fatihan olarak bakıyoruz. Yine, Kırım’dan gelenler ayrı bir ulus gibi değil, onları da Kırım Türkleri veya Tatar Türkleri olarak görüyoruz. Dolayısıyla bir Türk etnik grubu veya bir Türk grubuna dâhil ettiğimiz için onların Türk toplumuyla entegrasyonu, uyumu biraz daha kolay oluyor. Ancak son çeyrek yüzyıla baktığımızda Anadolu’ya yönelen göçlerin, Osmanlı bakiyesinden aldığımız göçlerden daha farklı olduğu düşünülmektedir. Afganistan, İran, Irak ve Suriye’den gelen göçmenler veya Afrika ülkelerinden gelen ve son günlerde daha sık gördüğümüz göçlerin de yine bu minval üzerinde değerlendirilmesi lazım. Onları, bizim kültürel dokumuza çok uygun olmadığını düşünüyoruz” dedi.

Kültürel uyuşmazlığa dikkat çeken Prof. Dr. Adıgüzel, “Son dönemlerde zorunlu göçlerle gelen kitlelere yönelik böyle bir toplumsal endişe oluşabiliyor. Toplum bu insanların kültürlerinin çok farklı olduğunu düşünüyor, bu durum da uyum sürecini uzatabiliyor. Söz gelimi toplum İran, Afganistan veya Suriye’deki Arap kültürü ile Türk kültürünün benzeşmediğini düşünüyor. Toplumsal araştırmalara bakıldığında ise Balkanlardan gelenlerin kültürel olarak Anadolu’daki Türk kültürüne daha yakın olduğu düşünülüyor. Bu bakımdan toplumda, göçler ister kitlesel ister bireysel olsun her zaman aynı tepki ile karşılaşmıyor. Toplum gelen kitlenin kendisine daha yakın olduğunu düşünüyorsa, onlarla daha kolay kaynaşabiliyor. Dolayısıyla kültürleşme daha kolay olabiliyor. Ancak gelen kitlenin kendisine daha uzak olduğunu düşünüyorsa kendisine en başta zihinsel olarak mesafe koyuyor. Bu durum ise birlikte yaşamayı, uyumu ve entegrasyonu güçleştiren bir unsur olarak karşımıza çıkıyor” ifadelerini kullandı.

“Milyonlarca Suriyeli Türkiye’yi Güvenli Bir Ülke Olarak Görüyor”

Prof. Dr. Adıgüzel, “2012 yılından bu yana Suriye’deki iç savaş kitlesel bir göç hareketine dönüştü. Bu kitlesel göç hareketinin en büyük yansıması Türkiye’ye oldu. Milyonlarca Suriyeli Türkiye’yi güvenli bir ülke olarak gördü ve Türkiye’ye geldi. Suriye’deki savaş altıncı yılını geride bıraktı ve savaşın ne kadar süreceği belirsiz. Buna paralel olarak Suriyelilerin Türkiye’de geçirdikleri süre uzadıkça kalıcılı olma ihtimalleri de artmaktadır” dedi.

“Göç ve Göçmen Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Göç Olgusuna Bilimsel Bir Bakış Açısı Sunmayı Amaçlıyor”

2012 yılından bu yana Suriye’deki iç savaşın kitlesel bir göç hareketini tetiklemesiyle 3 milyon 600 bin Suriyelinin Türkiye’ye sığındığını, bu nedenle yerel, ulusal ve uluslararası kurumlar kadar, akademinin bu olgu üzerine kafa yorması gerektiğini dile getiren Prof. Dr. Adıgüzel, “Türkiye’nin en köklü üniversitesi İstanbul Üniversitesi’dir. Dolayısıyla İstanbul Üniversitesi’nin Türkiye’nin, hatta dünyanın çok önemli bir meselesi üzerine kafayı yormaması, bu konuya eğilmemesi ya da bu konuyu göz ardı etmesi mümkün değil. İstanbul Üniversitesi Göç ve Göçmen Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi de, Suriyelilerin tetiklediği bu göç ve göçmen meselesi araştırmalar ve saha çalışmaları yapmak üzere 2017 yılında kuruldu” dedi.

Şu anda 5 milyonun üzerinde insanın Türkiye’de mülteci, geçici mülteci veya geçici koruma altında olduğunu söyleyen Prof. Dr. Adıgüzel, “Türkiye’nin koruma sağladığı farklı statülerdeki insanlar Türkiye’de kalmaya, barınmaya devam ediyor. Türkiye’de 5 milyondan fazla insan için şu anda en güvenli yer, en güvenli liman olarak görülüyor. İstanbul Üniversitesi bünyesinde kurulan Göç ve Göçmen Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi de Türkiye’deki düzenli ve düzensiz göçmenlerin ekonomik, sosyal, politik açıdan ne tür etkileri olduğu üzerinde çalışmalar yapmayı amaçlıyor. Şu anda altyapı oluşturma çalışmaları devam etse de önümüzdeki günlerde merkezin önemli çalışmalar yapacağına inanıyorum” şeklinde konuştu.

İLGİLİ HABERLER