İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, “İstanbul’a katmerli ihanet projesi” olarak nitelediği Kanal İstanbul’a neden karşı olduklarını 15 maddede açıkladı.
SARAÇHANE / İSTANBUL
İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, son dönemin en tartışmalı konularından “Kanal İstanbul” ile ilgili basın toplantısı düzenledi. Toplantıya, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, İYİ Parti İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu ve İBB üst yönetimi tam kadro olarak katıldı. İBB’nin Saraçhane’deki merkez binasında gerçekleştirilen toplantıyı, yerli ve yabancı basını temsilen çok sayıda gazeteci izledi. İmamoğlu, kanal ile ilgili kuşkularını, neden karşı olduklarına dair gerekçelerini ve itirazlarını, “16 milyonun temsilcisi olarak seçilmiş tek kamu otoritesi” sıfatıyla dile getirmek istediğini belirtti. “Bu basın toplantısında ortaya koyacağım nedenler, asla benim şahsi nedenlerim değildir” diyen İmamoğlu, toplantının siyasi amaçla düzenlenmediğini kaydetti. İmamoğlu, “Çünkü, sadece bugün hayatta olan 82 milyon için değil, çocuklarımız, torunlarımız ve bu ülkenin tüm geleceğini tehlikeye atan büyük bir risk ile karşı karşıyayız” dedi.
“KİMLERE NE RANT VAAT EDİLMİŞ OLURSA OLSUN; VAZGEÇİLMELİDİR”
“Geçtiğimiz pazartesi günü, İBB olarak Kanal İstanbul protokolünden çekildiğimizi ilan ettim” diyen İmamoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Çünkü bilim insanlarıyla konuştukça ortaya çıkıyor ki, Kanal İstanbul bir ihanet projesi değil, ne yazık ki bir cinayet projesidir. 16 milyonun varlığına, 82 milyonun güvenliğine yönelik bir felaket projesidir. Kimlere ne söz verilmiş olursa olsun. Kimlere ne rant vaat edilmiş olursa olsun, derhal vazgeçilmelidir. Şimdi asla polemik yapmadan. Asla siyasi retorik yapmadan, yüzlerce güvenilir bilim insanının ortaya koyduğu bilimsel gerçekleri ve önemli kamu kurumların ortaya koyduğu dayanakları tek tek sıralayacağım. İBB’nin farklı daire başkanlıklarından Devlet Hava Meydanları İşletmesi’ne (DHMİ), İSKİ’den Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü’ne kadar uzmanlığı, görev alanı ve sorumluluğu bu konuyla ilişkili olan kurumlarımızın, devletimize sunduğu raporlar üzerinden, tümüyle resmi raporlar üzerinden Kanal İstanbul projesinden çekilmemizin dayanağı olan ve projenin ülkemiz için barındırdığı en önemli 15 tehdidi, 15 madde halinde sizlere anlatmaya çalışacağım.”
İmamoğlu, bu 15 tehdidi şöyle sıraladı:
Madde 1: KANAL İSTANBUL DEMEK, SUSUZLUĞA MAHKUMİYET DEMEK
“Projedeki kanal; yaklaşık 45 kilometre uzunluğunda, 20,75 metre derinliğinde ve en dar yerinde 275 metre genişliğinde bir kanal. Kanal İstanbul projesi yapıldığı takdirde, 8 bin 500 yıldır var olan İstanbul, sonsuza kadar yer altı ve yer üstü su kaynaklarını kaybedecek. Bundan sonra sıralayacağım 14 maddeyi bir kenara koyun; sadece bu madde bile bu projenin derhal rafa kaldırılmasını emrediyor. Akıllı, mantıklı, gerçeklerden uzaklaşmamış hiçbir kamu yöneticisi, hiçbir siyasetçi, böyle bir riskin varlığını bile bile bu projenin inşaatını destekleyemez. Kendi ülkesine, kendi şehrine, kendi insanına bu ihaneti düşünemez.”
“Belediyemizin çeşitli daire başkanlıklarının, DSİ’nin ve İSKİ’nin raporları, projenin inşa edilmesi halinde karşılaşacağımız felaketin boyutlarını tek tek anlatıyor. Bunlara göre projenin getirdiği en büyük tehlike, Terkos Gölü’ne karışacak tuzlu su ile gölün, ebediyen su kaynağı sıfatını yitirecek olması önemli bir ihtimalidir. Terkos Gölü havzası, İstanbul ve çevresi için bir depolama alanıdır. Binlerce yıldır Avrupa yakasındaki en hayati, en büyük su deposudur. Kanal İstanbul inşa edilirse, her şeyden önce bu muazzam su kaynağı yok olacak. Bir milli yatırım olarak, değeri 2 milyar liranın üzerinde olan Sazlıdere Barajı, aynen apar topar kapatılan Atatürk Havalimanı gibi, tümüyle işlevsiz kalacak. Kanal İstanbul projesiyle, Terkos Gölü’nün doğusundaki 20 kilometrelik su toplama havzası da devre dışı kalıyor. Şu anda Sazlıdere - İkitelli sistemi ile Terkos, ikisi birlikte İstanbul’un tüm su ihtiyacının yüzde 29’a yakınını karşılıyor. 15 yıl sonra ise 7,5 milyon insanın su ihtiyacını karşılayacak. Kanal İstanbul inşa edilince, mevcut bu sistem tamamen devre dışı kalacak.”
“Sadece yer üstü su kaynaklarımız değil, yer altı su kaynaklarımız da yok olacak. Bu işe kendini adamış bilim insanları bakın DSİ’nin raporunda bu konuda ne söylüyor: ‘Zemin etüdü ve sondajlar yapılsa da her zaman beklenmedik durumlar ortaya çıkar. Ayrıca kayalardaki çatlak ve kırıklar sondajla tespit edilemez. Bu çatlaklardan Kanal İstanbul’un tuzlu suyu Terkos’a girer ve Terkos, su kaynağı olmaktan çıkar. İstanbul’un büyük bölümü susuz kalır. 427 milyon metreküp içme suyu rezervi elden çıkar. Kaybedilecek su kaynağının alternatifi de yakın bölgede bulunmamaktadır.’ DSİ’nin belirttiği gibi bölge zeminindeki kayalarda var olan kırık ve çatlaklar, felakete kapı açacak durumda. Susuzluktan daha büyük felaket, iklim değişikliğinden daha büyük felaket dünyada konuşulmuyor. Çünkü inşa edilecek kanalın 5.2 kilometrelik zemini, tamamıyla kireç taşı. Bu durumda tüm yer altı sularına ve Terkos Gölü’ne tuzlu suyun karışacağı aşikar.”
“Buradaki tek tehlike susuzluk değil. Strateji ve güvenlik çerçevesinden de durum felaket. DSİ diyor ki; ‘İnşa edilecek olan kanal güzergahı, acil eylem planı çerçevesinde saklı-stratejik rezerv alanıdır’, ‘Yeraltı sularına tuzlu su karışma ihtimali ile savaş ve doğal afetlerde yüzey suları kullanılamayacak durumda olabilir’. Bu durumda stratejik rezerv olan yeraltı sularını kaybetme riski ile karşı karşıyayız. En zor koşullarda bize yaratacağı problem. Su kaynaklarımızı besleyen Istıranca Dağları’ndan gelen yer altı suyunun da yolunu kesiyor ve kaybediyoruz. Peki, stratejik su kaynaklarımızı kaybedeceğiz de karşılığında ne kazanacağız? Su gitt, ne alacağız? Sükse yapacağız. Koca bir hiç alacağız.”
Madde 2: KANAL İSTANBUL DEMEK, DEPREM RİSKİNİ TETİKLEMEK DEMEK
“İstanbul var oldukça, var olmaya devam edecek önemli sorunlardan biri de deprem. Bilindiği gibi Küçükçekmece Gölü’nden 3 sığ fay hattı geçiyor. Ne diyeyim? Öyle raporlara, öyle değişiklikler geliyor ki bir gecede; ‘Fay hattını değiştirdik’ de diyebilir hükümet. Tarihsel dönem ve 120 yıllık veri incelendiğinde, kanal güzergahı boyunca yapılacak yapılaşma, insan yaşamı için büyük risk yaratıyor. Çünkü deprem, bu bölgenin değiştirilemez bir gerçeği. Zemin yapısı heyelanlara müsait. Bu bölgede büyük mühendislik projeleri için pek çok geoteknik sorun söz konusu. Proje 1., 2., ve 3. derece deprem bölgelerinde kalıyor. 11 kilometre mesafeden Kuzey Anadolu fay hattı, 30 kilometre mesafeden Çınarcık fay hattı geçiyor. Bilim insanları, Kanal İstanbul Projesi’nin, yeryüzü ve yeraltı gerilme dengelerini bozacağını söylüyor. İnşaat ile ortaya çıkacak aşırı yüklemelerin, yeni depremleri davet edeceğini, depremlerin şiddetini artıracağını söylüyor. Plana göre; kanalın Marmara girişi olan Avcılar Denizköşkler’de 631 bin metrekarelik denize dolgu ile konteynır limanı yapılacak. Bu liman da risk altında. Neden? Olası büyük İstanbul depreminin, 6 metre yükseklikte dalgalar yaratacağı konusu bilim adamlarınca ortaya konuluyor. Tsunamiyle o liman da sular altında kalacak. Bilim insanları hepimizi ikaz ediyor. Akıldan ve bilimden uzaklaşan herkese, Allah akıl fikir versin. Göz göre göre, kendi elimizle, kendi bütçemizle felakete niye davetiye çıkarıyoruz diye. Ben de soruyorum: Niye yapıyoruz bunu?”
Madde 3: KANAL İSTANBUL DEMEK, İSTANBUL’UN DOĞASINI SONSUZA KADAR KATLETMEK DEMEK
“Katrilyonlar harcayarak milli ve stratejik su kaynaklarımızı kurutacaksınız. Milyonlarca İstanbulluyu susuz bırakacaksınız. Peki çevreye ve eko sisteme nasıl bir zarar vereceksiniz? Sayın Cumhurbaşkanı’nın animasyon filmle millete izlettiğine göre; ‘Görmüyor musunuz? Çok güzel’ diye tariflediğini de gördüm. Kanalın etrafında 50-60 katlı dev gökdelenler, dizi dizi dizilmişler. Kim tarafından tasarlanmış? Burada Meclis’te, ‘Etrafında tek bir konut yok’ diyenler oldu. Kendi raporlarında, 1 milyon 150 bin nüfus dedikleri rakamı, Bakan, ‘500 bin kişilik bir akıllı şehir’ olarak açıkladı. Şu an 16 milyon, akılsız bir şehirde yaşıyor. 500 bin kişilik bir akıllı şehri, projenin bir parçası olarak anlatıyor. O 60-70 katlı binaları, ‘Bakın, ne kadar güzel’ diye anlatıyor. Güzellik kavramı, insana göre değişir. İnsanların bunu değerlendirmesini istiyorum. Kimisi o güzelim coğrafyaya, tarım alanlarına bakar ve ‘Güzel’ der, kimisi de 60-70-80 katlı binalara, ‘Güzel’ der. Ticaret alanları, lojistik alanlar ve donatılar gelecekmiş. Yine beton, yine rant, yine çevre katliamı. Bakın, ‘1 milyon 200 bin kişi diyor ya, siz onun altını 2 milyon olarak çizin. Bu işin sonu yok, onu söyleyeyim. Pazartesi günü yayınlanan sözüm ona ÇED raporunu hazırlayanlar ya da hazırlatanlar, bölgedeki yapılaşmadan bahsetmiyorlar. Yani çevre etki değerlendirme raporunda bu yapıların ne tür çevresel sorunlara mal olacağı sorusuna cevap verilmiyor. Bir aldanma geleneğiniz olabilir ama bizi aldatamazsınız. Rapor, sanki bölge imara açılmayacakmış gibi, sanki bölgede yapılaşma olmayacakmış gibi hazırlanmış. İnşa edilecek kanal çevresindeki yapılaşma, kısa zamanda sıcaklık-nem-rüzgar rejimini değiştirerek, İstanbul’u bir ısı adasına çevirecek. Felaket üstüne felaket gelecek. Bu, benim sözlerim değil, bilim insanları söylüyor. Oysa ki, Çevre Düzeni Planı kapsamında, İstanbul’un plansal gelişiminde şuna dikkat etmek zorundasınız: Büyüklük ve büyümenin yönetilebilirliği. Bu kapsamda, İstanbul’daki her arazi kullanımının, özünde kentin doğal ve ekolojik yapısına katkı vermesi gerekir. Zaten ‘Bu kente ihanet ettik’ diyenler, bu hayati yasaya hiç dikkat etmedikleri için, bugün İstanbul’un başı doğa ile dertte.”
“Kanal projesi ile, projenin inşaatıyla, 23 milyon metrekare orman alanı, 45 kilometre uzunluğunda ve ortalama 150 metre genişliğinde 136 milyon metrekarelik çok verimli tarım ve orman alanı, sonsuza kadar ortadan kaldırılmış olacak. Allah aşkına, ömür gelip geçiyor değil mi? Biz, İstanbul’un son 50-60-70 senesini yaşıyoruz. Bitecek. Geleceğe ne bıraktığımız konuşulacak. İşte herkesin hayali başka. Biri 60-70-80 kat bina hayal edebilir, ben de orada, İstanbul’a, o 136 milyon metrekare alanda daha fazla sağlıklı gıdayı nasıl oluşturabiliriz, orada insanlar hayata daha fazla umutla bağlanabilir, ben de onu hayal ediyorum. Yok edeceğiniz su, tarım ve orman alanları, bu şehrin yaşam destek sistemi. Kanalın inşa edilmesiyle; Küçükçekmece Lagünü’nden Sazlıdere Barajı’na kadar olan sulak ve bataklık alan, yok edilecek. İstanbul’daki manda popülasyonu kalmadı. Bunu arttırmak zorundasınız ama yok ediyorsunuz. Bölge kuşların göç yolu, üreme ve dinlenme bölgesi. Küçükçekmece Lagünü, yarı tuzlu suya sahip olduğu için, deniz canlılarının üreme noktası. Deniz canlıları, lagün boğazından dereye ulaşıp, yumurtalarını bırakıyorlar. Yok olacak ormanlık ve sulak alanlar yaban hayvanlarının yuvası. Bu kentin balığından kuşuna, yaban hayvanlarından bitkisine sahip çıkmazsak, nasıl hayatta kalabiliriz? Hayatta kalamayız. Bu şehirde nefes almadan, su içmeden, beslenmeden milyonlarca insan nasıl yaşayacak? Onun için feryat ediyoruz.”
Madde 4: KANAL İSTANBUL DEMEK, İSTANBUL’UN TARİHİ TALAN ETMEK DEMEK
“O denli komik ki; Boğaz’ın tarihi dokusunun korunması, proje için gerekçe olarak gösteriliyor. Kanalın bitmesiyle Boğaziçi trafiği azaltılacakmış. O da Boğaz’daki tarihi dokunun korunmasını sağlayacakmış. Boğaz trafiği ile ilgili olarak da dikkatinizi çekmek isterim. ÇED Başvuru Dosyası’nda, Boğaz trafiğinde iddia edildiği gibi yıllara göre bir artış değil, tam tersine özellikle son 10 yılda yüzde 22,46’lık bir azalış gözlenmektedir. Oysa ki, projeyle birlikte 17 milyon metrekarelik SİT alanı etkilenmektedir. Küçükçekmece Gölü kıyısında yer alan Bathenoa Antik Kenti olsun, İstanbul’daki ilk yerleşmelerden biri olan Yarımburgaz Mağaraları olsun, daha bilmediğimiz toprak altındaki nice antik hazineler olsun, muazzam bir tarihi zenginlik proje tarafından yutulacak. Tarihe ve tarihi değerlere neden zulmediyorsunuz? İhanete fırsat tanımayacağız.”
Madde 5: KANAL İSTANBUL DEMEK, 82 MİLYONUN SIRTINA EN AZ 110 MİLYAR LİRALIK YENİ VERGİ YÜKÜ BİNDİRMEK DEMEK
“Bakın DSİ durumu nasıl anlatıyor: ‘Kanaldaki taşınmazların bulunduğu rezerv alan imara açılırsa, DSİ olarak 1.450 kamulaştırmasız el atma davası ile karşı karşıya kalırım. Buradan çıkacak mali yük, DSİ tarafından karşılanamayacak büyüklüktedir’. Yani bırakın inşaat maliyetini, özel şahıslara ait mülklerin kamulaştırma bedelleri bile milletin sırtına yüklenecek. Oradaki arsa manipülasyonları da ayrı boyut. Ülke ekonomisi bunca dardayken, ülke nüfusunun yarısı yoksulluk sınırında yaşarken, işsizlik almış
başını gitmişken, üniversiteli gençlerimiz her yerde iş arıyorken siz, devlet olarak ayakta durabilmek için varlık vergisi benzeri değerli konut vergilerine bel bağlayacak noktaya gelmişken, kimi kandırıyorsunuz? Bakanlığın ilk tahminlerine göre 75 milyar maliyet ve bunun yanı sıra İBB’ye yüklediğiniz 23-35 milyarlık maliyetle bu gereksiz işe kalkıyorsunuz.”
“Şimdi diyecekler ki ‘Kanalın millete maliyeti yok. Proje, kendi kendini finanse ediyor’. Biz, bu masalı iyi biliyoruz. Hatırlayın; bize köprülerin, şehir hastanelerinin de kendi kendini finanse edeceği söylenmişti. ‘Gerekirse öderiz’ edebiyatını görüyoruz. Ne oldu gördük. Deli Dumrul hesabı gibi, kullansın kullanmasın 82 milyon hep birlikte ödüyoruz o projeleri. Bal gibi ödüyoruz. Hem de kat kat fazlasıyla 4-5 şirkete milyarlar ödüyoruz. Bu da öyle olacak, en ufak bir şüpheniz olmasın. Milletin sırtına ne için yeni yükler yüklüyorsunuz?”
Madde 6: KANAL İSTANBUL DEMEK, İBB’NİN SIRTINA 23-35 MİLYARLIK LÜZUMSUZ MALİYET YÜKLEMEK DEMEK
“Kanal İstanbul inşaatı ile İSKİ’nin 3 isale hattı da devre dışı kalacak. Şimdiye kadar yapılmış arıtma sistemlerinin de bazıları yok olacak. İSKİ verilerine göre; bu üç ishale hattının yerine en az 11 milyar lirayla yeni arıtma tesisinin inşa edilmesi gerekecek. Kanal inşaatı, ayrıca 3 farklı lokasyonda da tümüyle İGDAŞ hatlarını ortadan kaldıracak. İGDAŞ raporuna göre; bu hatların yerine de yine milyarlarca liralık ek maliyet yükü gelecek. Böylelikle İBB’nin sadece 2 kurumuna bile milyarlarca liralık maliyet çıkıyor. Tahsisler ve yol yapımları yüzünden, Kanal İstanbul projesinin sadece İBB’ye maliyeti milyarlarla, eski parayla katrilyonlarla ifade ettiğimiz rakamlar. Bu rakam, İBB’nin 2020 yıllık bütçesinden neredeyse yüzde 50 fazladır. Pazartesi itibariyle Kanal İstanbul protokolünden çekilerek, kundaktaki bebekten, 90 yaşındaki Ayşe Teyzeye kadar; her bir İstanbulluyu 2 bin 200 liralık yeni borçtan kurtardık. Yani her bir İstanbulluyu asgari ücret kadar bir ödemeden, 4 kişilik her bir aileyi, yaklaşık olarak 5.000 liranın üzerinde gereksiz bir vergi yükünden korumuş oluyoruz.”
Madde 7: KANAL İSTANBUL DEMEK, GELİR RÜYASI GÖRMEK DEMEK
“Diyebilirler ki; ‘Orta Amerika’da Panama Kanalı, Mısır’da Süveyş kanalı yapıldı. O ülkeler buradan büyük para kazandı. Türkiye’nin kazanmasını istemiyorsunuz.’ En büyük kandırmacalardan biri bu. Panama Kanalı, gemilerin yolunu 13 bin kilometre kısaltıyor. Süveyş Kanalı, Akdeniz ve Kızıldeniz üzerinden Hint Okyanusu’nu birbirine bağlıyor ve gemilerin yolunu 6000 kilometre yolunu kısaltıyor. Gemiler, o yüzden iki kanala para ödeyerek o kanallardan geçiyorlar Peki Kanal İstanbul? Kanal İstanbul’da gemiler için yoldan tasarruf söz konusu değil ki? Kanal İstanbul’dan geçmek ile İstanbul Boğazından geçmek aynı şey. Aynı mesafe. Hatta yukarıdan aşağı gelen 6 knot gücündeki akıntı nedeniyle, Marmara’dan Karadeniz’e gidiş en az üç - dört saat sürecek. Gemiler, İstanbul Boğazı’ndan bedavaya geçmek varken, neden para vererek Kanal İstanbul’dan geçsin? Hangi akıllı kaptan, karını düşünen hangi şirket buna evet diyecek?” Kanal İstanbul, gemilerin yolunu kısaltmıyor ama İstanbulluların hayatını kısaltıyor.
Madde 8: KANAL İSTANBUL DEMEK, İSTANBULLULARI TRAFİKTE İKİ KAT PERİŞAN ETMEK DEMEK
“İstanbul Ana Ulaşım ve İstanbul Lojistik planlarında henüz Kanal İstanbul yer almıyor. Planlarda yer almadığı için, Kanal İstanbul’un, İstanbul ulaşımına olacak etkisini kestirmek mümkün değil. Ama kanal çevresinde planlanan konut alanları, kanal nedeniyle kopacak ve sonra köprülerle tadil edilmeye çalışılacak ulaşım hatları, yeni ulaşım talepleri demektir. İstanbul yarımadası, Trakya’dan ayrılacağı için yeni bağlantı köprülerine ihtiyaç duyulacak. İnşaatın başlamasıyla TEM ve E5, sık sık trafiğe kapatılacak. 6-7 yıllık inşaat sürecinden bahsediyorlar. İstanbul trafiğinde yaşanacak problemlerin boyutu belirsiz. Ayrıca Kanal İstanbul projesi ile halen planlanmış olan Mahmutbey-Esenyurt ve Sefaköy – TÜYAP - Beylikdüzü metro hatlarını de etkileniyor. Bu bölgelere hızla metro getirmemiz gerekirken, milyonlarca insanın ulaşımını kolaylaştıracak 2 hatta daha fazla metro hattını inşa etmek varken, neden milyonlara trafikte zulmü reva görüyorsunuz?”
“Yalnızca karayolu değil, havayolu için de hiç bir hayrı yok. Her ne kadar “sehven” denilerek değiştirilse bile; DHMİ Genel Müdürlüğü’nün 15 Mart 2018 tarihli Kanal İstanbul Projesi ÇED başvuru dosyası hakkında bakanlığa yazdığı yazıya bakalım. Aynen şöyle: ‘Bu proje ile İstanbul yeni havalimanının uçuşa açılması imkansız olacaktır.’ Raporun sonundaysa aynen şöyle diyor: ‘Tüm pistler kullanıma açıldığında, günde 3 bin 500 uçak trafiği olacağı öngörülen Asrın Projesi’ne gölge düşürmemesi açısından, projedeki koordinatlarda Kanal İstanbul projesi yapımı uygun görülmemektedir.’ Ama gelin görün ki, yalnızca 1 hafta sonra, yani 22 Mart 2018 tarihinden aynı kurum, ÇED başvuru dosyası hakkında bakın neler söylüyor: ‘ÇED başvuru dosyası hakkındaki ilgi (a) yazınıza cevaben yazılmış olan ilgi (b) yazımız, sehven yazılmış olup, söz konusu proje ve projeye ait ÇED başvuru dosyasına ilişkin çalışmalarımız devam etmektedir.’ Yuvarlak. Kişiye göre rapor. Çalışmaya devam etmişler! Yalnızca 5 gün sonra, yani 27 Mart 2018 tarihinde de şöyle demişler: ‘... mania planlarını ihlal etmemeleri halinde Atatürk Havalimanı ve İstanbul Yeni Havaalanı için sağlanan/sağlanacak hava trafik hizmetleri üzerinde olumsuz bir etkinin oluşmayacağı tespit edilmiştir.’ Dedim ya; ‘Fay hattını da değiştirirler’. Fay hattı değişti bak! Artık ne olmuşsa olmuş, başta Kanal İstanbul’un olumsuz etkisi olacağına ilişkin görüş bildiren DHMİ, sonra bir anda fikrinden dönmüş. Yine de aynı raporun sonuna kendilerini kurtaracak bir cümle eklemeyi ihmal etmemişler: ‘Yapılaşma kriterine uyulması, kanal aydınlatmasında uçakları yanılgıya düşürecek herhangi bir sistemin kullanılmaması gerektiği …’ Soruyorum sizlere; kimler kimlere neleri dikte ediyor? Nelerle uğraşıyorlar? Ben, anlamış değilim. 16 milyonun canının söz konusu olduğu bir meselede bile resmi raporlar bir anda kökten değişiveriyor? Onun için ‘Allah akıl fikir versin’ diyorum.”
Madde 9: KANAL İSTANBUL DEMEK, 50 YILLIK HAFRİYAT DEMEK
“Kanal İstanbul projesini yapmak için ortaya çıkacak hafriyat ise tam bir muamma. Ulaştırma uzmanları, bunun simülasyonunu yapamazlar. Simülasyon da bile kamyonlar birbirine çarpar. Kamyonlar için yapılacak yeni yollardan, 38 kilometrelik Karadeniz sahil dolgusuna kadar, insan aklını dehşete düşürecek nitelikte işler var. Marmara gibi Karadeniz girişinde de liman kurulacak ve liman yanına 17.5 milyon metrekarelik dolgu alana da lojistik merkez yapılacakmış. Yani hafriyatın çoğunu Karadeniz’e taşıyacaklar ve dökecekler. Yalnız tüm bunları yapacağını yazanlar, dip tarama malzemesi nasıl susuzlaştırılacak, hafriyat mevzuatlara uygun olarak nasıl bertaraf edilecek, rapora bunu yazmamışlar. Muamma. Bakarız.”
“Kanal İnşaatından çıkacak hafriyatın 2 milyar metreküpe ulaşmasını bekliyoruz. İstanbul’un yıllık hafriyat hazmetme kapasitesi 40 milyon metreküp. 2 milyar nere, 40 milyon nere? İstanbul’da 50 yılda çıkabilecek hafriyat toplamı sadece Kanal İstanbul’dan çıkıyor. Bu hafriyatı denize dökmekten başka çare yok. Yine TMMOB raporuna göre 2.1 milyar metreküp hafriyat çıkacak. Çıkan hafriyat; örneğin Güngören-Esenler-Bağcılar ilçelerinin üzerine dökülse, bu ilçeler yaklaşık 30 metre yükselecek. Bu üç semtin bir anda 10 katlı bina kadar yükseldiğini düşünün. Bu kadar büyük bir faciadan bahsediyoruz. Bunun yaratacağı doğal sorun ise muazzam. Bu hafriyat, 10 bini aşkın hafriyat kamyonu ile taşınacak. Yani İstanbul trafiğine günlük, 10 bin hafriyat kamyonu daha katılacak. Şu an İstanbul’da 7 bin 200 ruhsatlı hafriyat kamyonu var. En az 5-6 yıl boyunca 10.000 kamyonun daha ilave edildiğini düşünün. Bu kamyonların doğaya vereceği zarardan bahsetmiyoruz bile. Allah aşkına biz, bunu niye yapıyoruz?
Madde 10: KANAL İSTANBUL DEMEK, İSTANBUL’A 1,2 MİLYONLUK YENİ NÜFUS DEMEK
“Kanal İstanbul inşa edildiğinde, yapılacak olan yeni yerleşim birimlerine 1.2 milyon yeni nüfus gelecek. Bu, 1.2 milyonla kalmaz. Ben, “2 milyon olur bu’ dedim ama beni dinlemediler. Onlar, bilimi ve aklı dinlerler. Beni dinlamasinler zaten. 6 tane Beşiktaş ilçesi nüfusu büyüklüğünde yeni bir nüfus İstanbul nüfusuna eklenecek. Sadece proje yüzünden İstanbul trafiği içinde 3.4 milyon yeni yolculuk oluşacak. Bu da İstanbul trafiğinin en az yüzde 10 artması demek. Bu şehirde, 1 milyonun üzerinde de konut stoku var. Kaynaklarımızla bu şehrin kangren olmuş trafiğini çözmek varken, neden trafiği tümden durduracak yeni sorunları bu kente sağlama çabası içerisindesiniz? Neden bu kaynağın daha akılcı kullanımıyla, İstanbulluların hayat kalitesini yükseltmiyoruz? Neden bu şehrin yaratıcılığını ve enerjisini doğru kullanmıyoruz?”
Madde 11: KANAL İSTANBUL DEMEK, 8 MİLYONLUK NÜFUSU BİR ADAYA HAPSETMEK DEMEK
“Konuşulduğu kadarıyla proje, İstanbul’un hem karadaki hem de denizdeki ekolojik denge sistemini değiştirebilecek riskler içermekle kalmıyor, İstanbul Boğazı ile yeni açılacak kanal arasına oluşacak olan adaya, 8 milyonluk bir nüfusun hapsedilmesi gibi bir durum da ortaya çıkıyor. Bu akıldışı projeyle, akıl tutulmasıyla dayatılan bu projeyle, ülkenin deprem riski en yüksek bölgesine 8 milyon insanı hapsetmiş oluyorsunuz. Deprem anında bu nüfusun güvenliğini nasıl sağlayacaksınız? Tam bir can pazarına dönecek o kritik anda milyonlarca İstanbulluyu başka bir coğrafyaya nasıl nakledeceksiniz? Vazgeçtim mal güvenliğini; vatandaşlarınızın canını nasıl koruyacaksınız? Bu proje hem İstanbul’un güvenliği için hem de Trakya’nın savunması için stratejik bir ihanet projesidir. Hakikaten bizden bu projeye ‘Evet’ dememizi nasıl bekliyorsunuz?
Madde 12: KANAL İSTANBUL DEMEK, MONTRÖ RÜYASI GÖRMEK DEMEK
“Gelelim meşhur Montrö Antlaşması’na. Öncelikle Anayasa’mızın 90. maddesine göre, uluslararası sözleşmeler kanun hükmünde. Bu arada Kanal İstanbul’un yaratacağı denizsel ve karasal etkiler, bizi Montrö dışında 7 tane daha uluslararası sözleşmeyle de bağlıyor. Montrö sözleşmesi, gemi geçişi ile ilgiliyken, diğer 7 uluslararası sözleşme de doğal alanları koruma, çevre, iklim, Karadeniz ve Akdeniz’in korunması ile ilgili. Montrö hariç diğer sözleşmeleri de ihlal ediyoruz. Biz, dünyanın barışa dönük teminatıyız. Böylece ihlal ediyoruz bunu. Ama madem hep Montrö üzerinden gidiyoruz o zaman anlatalım: Montrö sözleşmesi anlatıldığı gibi olumsuz değil, Türkiye’yi ve Karadeniz’e kayısı olan ülkeleri koruyan bir sözleşmedir. Unutmayın; iki Alman zırhlısı Boğaz’dan girip Sivastopol’u bombaladığı için Osmanlı 1. Dünya Savaşı’na girdi. Bakın bu anlaşma sayesinde, neredeyse 90 yıldır Karadeniz, bir barış denizi.”
“Montrö Anlaşması’na göre, Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkelerin gemileri, Karadeniz’de en fazla 21 gün kalabilir. Ayrıca uçak gemisi, denizaltı ve farklı büyüklüklerde gemilerin de geçişi, sözleşmeyle yasaklanmıştır. Koruyucudur. Yani savaş çıkarmak için ihtiyaç duyulan bir askeri filo, Montrö sayesinde, Karadeniz’e giremez. Kanal İstanbul açıldığı takdirde, bu koruma kalkanı ortadan kalkacak. Ayrıca Montrö Sözleşmesi’nin 2. maddesi ve diğer uluslararası kurallara göre; gemiler, Kanal İstanbul’dan geçişe zorlanamaz. Montrö fesih edilse dahi, Türkiye, boğazlarından ticari gemi geçişini yasaklayamazsınız. Yani, kanalla Türkiye para kazanacak savı, uluslararası hukuk karşısında geçersiz. Hayaldir. Uydurmadır. Aldatmacadır. Siz rüya görüyor olabilirsiniz, ama bizim işimiz gerçeklerle. Bizim sükse yapmak gibi bir derdimiz yok. Bizim, bu ülke insanlarına mutluluk getirmek gibi derdimiz var.
Madde 13: KANAL İSTANBUL DEMEK, KARADENİZ BALIKLARINI VE BALIKÇILIĞINI YOK ETMEK DEMEK
“Karadeniz - Marmara su geçişinde, Marmara Denizi’ndeki ilk 25 metrelik su, az tuzlu Karadeniz suyu. Yani bol oksijenli, balıkların çok sevdiği su. Boğaz lüferinin yakalandığı Galata Köprüsü’nden, kuyulardan istavrit tutulan su bu. Geri kalan 1.400 metrelik çukurda, bol tuzlu Akdeniz suyu var. Bu derin kısımda oksijen çok daha az olduğu için verimli değildir. Kanalın inşa edilmesiyle binlerce yıldır var olan doğal denge bozulacak. Bunu su bilimcileri söylüyor. Karadeniz’de tuzlu su miktarı artacak ve doğal dengesi bozulacak. Hem Marmara’da hem de Karadeniz’de balık da yok olacak balıkçılık da bitecek. Az oksijenli su Marmara’yı kaplayacak ve tüm Marmara, bir zaman Haliç’in koktuğu gibi kokacak. Çok da hızlı olacak bu süreç. Çünkü kanaldaki akıntı nedeniyle, Küçükçekmece Lagünü’nün dip çamuru da olduğu gibi Marmara denizine akacak. Lagünle ilgili bir ÇED raporu da yok henüz. Silivri’de, Tekirdağ’da yazlığı olanlar, Yeşilköy’den Menekşe’den deniz sefası yapanlar, Yalova’dan Armutlu’dan Erdek’ten yani tüm Marmara’dan yararlanan milyonlarca insan bundan etkilenecek. Tüm vatandaşlarımıza seslenmek istiyorum. Allah İstanbul’umuzu bu kadar güzel ve dengeli donatmışken, onun kurduğu bu düzeni yok etmeye çalışmanın vebali o kadar büyük ki. Allah esirgesin. İstanbul’umuzun suyuna, ormanına, balığına, kuşuna, bitkisine, buradan geçim sağlayan yüzbinlerce insanın helalini yok etmeye çalışmak, doğaya bu denli zarar vermek haramdır. Bu, inancımızın tarifidir.”
Madde 14: KANAL İSTANBUL DEMEK, MANEVİYATI YOK ETMEK DEMEK
“Mezarlıklar Müdürlüğü’müzün verdiği rapora göre; kanal projesiyle Arnavutköy’deki Baklalı, Roman ve Yeniköy Mezarlıkları çok net proje alanında kalıyor. Bunlarla ilgili yazı yazıldı ama yanıt bile verilmedi. Yani burada yakınları yatan insanlar, bu mezarları başka bir yere nakletmek zorunda kalacaklar. Ölüye bile rahat yok. Bitmedi. Tehlikede olan sadece 3 mezarlık değil. Arnavutköy ilçesinde bunlar dışında 8 mezarlık daha, Küçükçekmece’de Altınşehir mezarlığı ve Başakşehir’de Kayabaşı mezarlığı ÇED inceleme alanında kalıyor. Yani birinin içinden yol geçme, öbürünün altında isale hattı geçme riski var. Özetle Arnavutköy, Küçükçekmece ve Başakşehir ilçelerinde pek çok mezarın taşınmak zorunda kalması vicdanlarda da yara açacaktır. Hiçbir millet, ecdadına böyle davranamaz. Yapmayın bu zulmü.”
Madde 15: KANAL İSTANBUL DEMEK, BU MİLLETİ SEVMEMEK DEMEK
“Milleti sevmemektir. Kendini sevmektir. Kamu adına karar verenlerin önceliği milletin canını malını, geleceğini korumaktır. Öyle olmalıdır. Kamu adına iş yapanlar, siyasetçiler, bürokratlar çevreyi, tabiatı, denizleri, sahilleri, tarihi, kültür ve tabiat varlıklarını korumak zorundadır. Milletini seven bir siyasetçinin önceliği milletinin mutluluğunu sağlamaktır. Bunca genç işsizlikten inlerken, bunca insan yoksulken, sürdürülebilir üretim, sürdürülebilir istihdam ve sürdürülebilir refah için bunca fabrika kurma ihtiyacı varken, 16 milyonluk bu şehrin geleceği olan çocuklar yeterince beslenemezken, bizim önceliğimiz Kanal İstanbul olamaz.”
“YA KANAL YA İSTANBUL”
“Akıldan ve vicdandan tamamıyla uzak olan bu projeyle, dünyanın gözbebeği biricik İstanbul’umuz yaşanamaz bir kent olacak. Temiz hava, su, altyapı ve trafik açısından çözülemez sorunlarla baş başa kalacak. Ne boğaz geçişi ne deniz trafiği geçişi ne de ekonomik olarak böyle bir ihtiyaç söz konusu değildir. Birileri para kazanacak diye, bu kadim şehrin doğal çevresinin, yaşam alanlarının ve su havzalarının yok edilmesine tüm hukuki mücadelemizi vererek izin veremeyiz, vermeyeceğiz. İstanbul’un güvenliğini, 16 milyonun canını ve Türkiye’nin stratejik güvenliğini riske eden Kanal İstanbul projesine kimse, 16 milyon insanı ikna edemez. Bizi hiç ikna edemez. Bu proje her yönüyle felaket, ihanet ve cinayet projesidir. Özetle diyoruz ki; ya Kanal ya İstanbul.”
“BU BÜTÇEYLE İSTANBUL’DAKİ TÜM OKULLAR SIFIRDAN İNŞA EDİLEBİLİR”
“Kanal için sadece merkezi hükümetin harcayacağı para, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kentsel dönüşüme ayırdığı paranın tam 7 katıdır. Sayın Bakan bunu biliyor mu, bilmem. Bu bütçe ile en az 9 Marmaray inşa edilebilir. İstanbul’daki bütün ilk okullar, orta okullar ve liseler sıfırdan yeniden inşa edilebilir. İstanbul’daki deprem sorunu olan ne kadar riskli yapı varsa, tümden yeniden yapılabilir. 150 yataklı tam 1.650 tane hastane veya yüzbinlerce gencimizin istihdam edileceği yüzlerce fabrika inşa edilebilir. Bu proje nereden bakılırsa bakılsın, bir israf projesidir. Haramdır. Ülke kaynaklarını har vurup harman savurma projesidir. İstanbul’a katmerli ihanet projesidir. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve 3 çocuğu olan vatandaş Ekrem İmamoğlu olarak, ülkemize büyük zararlar getirecek olan bu proje sevdasından derhal vazgeçmenizi öneriyorum.
“YANLIŞIN NERESİNDEN DÖNÜLSE KARDIR”
“Yanlışın neresinden dönülürse kardır. İşte biz, bu 15 gerekçeyle, daha önce İBB ve ilgili bakanlıklar arasında hazırlanmış ve imza altına alınmış olan hukuksuz protokolden onun için çekildik. Protokol hukuksuzdu, çünkü, atanmış İBB Başkanı tarafından, yetkisiz şekilde imzalanmıştır. 1 Ağustos 2018 tarihinde yangından mal kaçırırcasına ve meclis kararı alınmadan imzalanan protokol, 5393 sayılı Kanun’un 75. maddesinin (a) bendi uyarınca, yetkili organ kararı olmadan imzalandığı için, zaten hukuken geçersizdir. Sakattır. Sonradan şekli, şartı tamamlamak için, 12.10.2018 tarihinde meclis kararı alma yoluna gidilmiştir. Ama bu durum, hukuksuzluğu ve yetkisizliği ortadan kaldırmaz. Geçersiz bir protokolün Meclis tarafından onaylanmış olması, o protokolü geçerli kılmaz. Dolayısıyla hukuka aykırı bu işlemi geri almak, benim yetkim dahilindedir. Ben de bunun için meclis kararı gerekmeyeceğini iyi biliyorum. Bir derse dönüyor konuşmalarımız ama Sayın Bakan’ın dünkü demeci tümüyle bilgisizlik ürünüdür. Ayrıca protokolde çok sayıda hukuksuzluklar ve İBB adına çok sayıda maliyet üstlenmeleri de söz konusudur. Çekilme gerekçemizin hukuksal dayanaklarını sizlere dağıttık. Oradan görebilirsiniz. 23 Haziran’da, millet bize demiş ki; ‘Tüm yanlışlara, eksikliklere bir göz at. Bu şehirde yapılan birtakım yanlış hareketleri analiz et.’ Bu bakımdan hem hukuksuzluğu giderdik hem de 16 milyon insanın bize emanetine ihanet etmedik.”
“İSTANBUL SAHİPSİZ DEĞİLDİR”
“Ocak başında yapacağımız iki çalıştaya, ‘Su Çalıştayı’ ve ‘Kanal İstanbul Çalıştayı’na ile bu konularda sözü olan tüm uzmanları, ‘Bu konuda benim de sözüm var’ diyen herkesi şimdiden davet ediyorum. Ben, kimsenin titrine saygısızlık yapmam ama ÇED raporunda bir profesör olmaz mı akademisyenler arasında? Bu ülkenin profesörlerine, bilim insanlarına bir şey mi oldu? Devletin kurumlarını da davet edeceğiz. Her kurumu. Bakanlıklar da dahil. Buyursun gelsinler, İstanbul halkına anlatsınlar. Anlatmak zorundasınız. Halkı bilgilendirmek zorundasınız. Nokta. Ey atanmış Bakanlar, bir kişiyi değil, halkı bilgilendirmek zorundasınız. Tüm İstanbulluları ve tüm İstanbul Gönüllülerini bu konuda inisiyatif almaya, açıklanan ÇED raporlarını okumaya, iyi anlamaya, etraflarıyla paylaşmaya davet ediyorum. Bu rapora ve raporun içindeki pek çok sorunlu detaya karşı çıkmaya, yasal yollardan haklarını savunmaya herkesi davet ediyorum. Bu rapora, hukuki haklarını kullanarak karşı çıkmaya davet ediyorum. Yasal yollardan hakkımızı, en sakin, en vakur, en haklı biçimde sonuna kadar aramaya herkesi davet ediyorum. Bu şehirde hiçbir güç, bu şehrin ortak aklının önüne geçemez. Bu ülkenin geleceğini riske edecek işlere, ‘Ben yaptım, oldu. Benim dediğim doğru’ diyemez. Bu kadim şehir, sahipsiz değildir. Bu milletin kaynaklarının hesapsız kitapsız, sorgusuz sualsiz harcanmasına seyirci kalınmayacaktır. İstanbul, hiç kimsenin tek başına babasının çiftliği değildir. İstanbul, 16 milyon insanındır, 82 milyon vatansever yurttaşındır. Hatta dünyanın bile gıptayla baktığı, dünyanın bile hakkının olduğu göz bebeği bir coğrafyadır. 1453’ten beri bize emanet olan bu topraklara sahip çıkacağız ve asla ihanet ettirmeyeceğiz.”