Bursa’da, sahte faks talimatıyla bir işadamının bankadaki 350 bin dolarının başka hesaba havale edilmesiyle alâkalı dava 8 yıldır bitmedi. Yurtdışında yaşayan işadamı mağdur olduğunu iddia ederken, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, davacının paranın havale edildiği kişilerle bağlantısının olup olmadığının net şekilde belirlenmesi gerektiğine hükmetti.
Bursa Ticaret Mahkemesi’ne müracaat eden işadamı, BUTTİM’deki bir banka şubesindeki 350 bin dolarının imzasının taklit edilerek sahte faks talimatıyla başka hesaba aktarıldığını iddia etti. Mevduat hesabındaki 350 doların 2011 yılında muhtelif tarihlerde aslı olmayan fakslar ile yapılan talimatlara istinaden hiç bir araştırma ve inceleme yapılmadan, teyit alma ve imza mukayesesi yapılmadan havale edildiğini öne sürdü. İş adamı, parasının başka hesaplara davalı bankanın kusuru, dikkatsizliği ve ihmali yüzünden aktarıldığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 350 bin doların Türk Lirası kuruna göre artırılarak 624 bin 515,20 TL’nin 02/08/2011 tarihinden itibaren işleyecek en yüksek banka faizi ile birlikte tahsilini talep etti.
Davalı banka avukatı ise, olayda asıl zarar görenin davalı banka olduğunu, dava konusu olayın münferit bir olay olmadığını, büyük bir dolandırıcılık operasyonunun bir parçası olma ihtimâlinin bulunduğunu savunarak, davanın reddini istedi.
Mahkeme, davalı bankanın müşterisi olan davacının döviz hesabından, davalı banka ile davacı arasında herhangi bir faks sözleşmesi olmamasına rağmen 2 adet faks talimatı ile 150 bin ve 200 bin USD’nin havale edildiğine, faks talimatlarındaki imzaların davacının imzası ile hiç bir benzerliğinin bulunmadığı ve basit bir inceleme ile bunun anlaşılması mümkün olduğu halde, imza incelemesi yapılmadığına dikkat çekti.
Bursa 1.Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan davanın şüphelilerinin yargılama sonucunda sorumlu çıkmaları halinde, davalı bankanın şüphelilerine rücû edebileceği, bu hususun davacıyı ilgilendirmeyeceğine hükmedildi. Bursa 1.Ağır Ceza Mahkemesi kararının mahkeme kararını etkilemeyeceği ve dosyayı sürüncemede bırakacağı, davacının daha fazla mağdur olmaması ve dosyada toplanan delillerin karar vermeye yeterli olduğu gerekçesiyle, davanın kısmen kabulüne karar verdi. Kararı, davalı vekili temyiz etti.
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi kararı bozdu. Mahkeme ilk kararında direndi. Kararın yeniden temyiz edilmesiyle devreye Yargıtay Hukuk Genel Kurulu girdi. Kurul oy çokluğu ile mahkeme kararını bozdu. Kararda şöyle denildi: ’’Davacının kız kardeşi ile davacının arkadaşı hakkında dava konusu dolandırıcılık eylemini gerçekleştirdikleri iddiasıyla Bursa 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ceza davası açıldığı ortadadır. Sanıklardan birinin; dolandırıcılık eylemini davacının talebi doğrultusunda davacı ile birlikte gerçekleştirdiklerini beyan ettiği anlaşılmaktadır. Her ne kadar davalı bankanın şikâyeti doğrultusunda açılan ceza soruşturması neticesinde davacı hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş ise de, davalı vekili tarafından ceza yargılaması sırasında davacının sanıklar ile birlikte hareket ettiğine dair yeni deliller elde edildiğinden bahisle ceza mahkemesinden suç duyurusunda bulunulmasının talep edildiği anlaşılmaktadır. Bu itibarla, ceza yargılaması sonunda tesis edilecek hüküm ile davacının diğer sanıkların eylemleri ile ilgili olarak bağlantısı bulunduğuna dair bir maddî vâkıa tespiti yer aldığı takdirde bu maddi olgunun tespiti hukuk hâkimini bağlayacaktır. Ceza mahkemesindeki bir maddî olgunun varlığı ya da yokluğu konusundaki kesinleşmiş kabule rağmen, aynı konunun hukuk mahkemesinde yeniden tartışılması mümkün bulunmamaktadır. Bu sebeple, mahkemece, derdest Bursa 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/279 esas sayılı ceza davasının sonucunun beklenilmesi, bundan sonra maddî olguların nasıl gerçekleştiğinin saptanması, tarafların talepleri de gözetilerek uyuşmazlığın ’Medenî Hukuk’ kurallarına göre çözümlenmesi gerekir. O hâlde, yerel mahkemece, aynı yönlere işaret eden Özel Daire bozma kararına uyularak; ceza davasının sonucunun beklenmesi, ceza davasında davacı hakkında tespit edilen maddi olgular çerçevesinde varılacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçelerle önceki kararda direnilmesi usûl ve yasaya aykırıdır. Bu sebeple direnme kararı bozulmalıdır. Karar oy çokluğu ile bozulmuştur.’’
Bozma kararının ardından davanın yeniden görülmesine başlandı. 8 yılda bitmeyen davanın temyiz süreciyle birlikte 2 yıl daha sürmesi tahmin ediliyor.
Yorumlar
Yorum yapmak için, isterseniz giriş yapabilir veya kayıt olabilirsiniz.
*
Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *