İstanbul
Kapalı
10°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
Marmara Basın Yaşam ‘Unutturulan Balkan Bozgunu’ raflarda

‘Unutturulan Balkan Bozgunu’ raflarda

Emekli Kurmay Albay Ziya Burcuoğlu’nun ‘Unutturulan Balkan Bozgunu’ adlı kitabı raflardaki yerini aldı.

Emekli Kurmay Albay Ziya Burcuoğlu’nun, beş asırlık Rumeli topraklarının 2-3 hafta içerisinde elden çıktığı, hükumet krizlerinin, hükumet darbelerinin, siyasi suikastlar, sürgün ve birçok sosyal ve ekonomik krizlerin yaşandığı bir dönemi anlatan ‘Unutturulan Balkan Bozgunu’ adlı kitap, İhlas Vakfı Yayınları etiketiyle yayımlandı. Türkiye’nin yakın tarihinde yaşadığı üç büyük felakete değinen kitap; bunlardan ilki olan ve "93 Harbi" diye hatırlanan 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşının anlatımıyla başlıyor. Kitapta Burcuoğlu bu dönemi, "Tuna vilayetlerinin elden çıktığı, Müslüman Türklerin katliam ve büyük bir göçe maruz kaldığı harp. Ruslar Yeşilköy’e kadar gelmişlerdi. İkincisi; Balkan Harbi veya faciası veya bozgunu diyebileceğimiz felaket. Düşman, İstanbul’a 30 km kadar mesafede bulunan Çatalca mevzilerine kadar gelmişti. Bütün Rumeli elden çıkmış, bugünkü sınırlar oluşmuş ve yüz binlerce insan aç, susuz ve perişan halde muhacir olmuştu. Üçüncü felaket, I. Dünya Harbi ve Osmanlı Devletinin yıkılmasıdır. Balkan Harbi; resmi tarih tezinin pek üzerinde durmadığı, soğuk baktığı, pek sevilmeyen ve ders kitaplarında çok kısa geçilen bir harptir. Bu dönem, hürriyet naralarının atıldığı ve genç subayların birlikleri ile dağa çıkarak, Balkan komitacıları ile işbirliği yaptığı bir devirdir. Beş asırlık Rumeli topraklarının elden çıktığı, hükumet krizlerinin, hükumet darbelerinin, siyasi suikastlar, sürgün ve birçok sosyal ve ekonomik krizlerin yaşandığı milletimiz için pek acı bir dönemdir. Bu savaşın sonunda beş asır elde tuttuğumuz Rumeli’yi kaybettik. Etnik ırkçılık, diğer bir ifadeyle kavmiyetçilik (ulusalcılık) ön plana çıktı. Bu yüzden dünyanın en büyük soykırımı ve tehciri; bu bölgede Türklere karşı yapıldı. Balkanlar’da demografik yapıda büyük değişiklikler oldu. Bu savaşın sonunda beş asır elde tuttuğumuz Rumeli’yi kaybettik. Etnik ırkçılık, diğer bir ifadeyle kavmiyetçilik (ulusalcılık) ön plana çıktı. Bu yüzden dünyanın en büyük soykırımı ve tehciri; bu bölgede Türklere karşı yapıldı. Balkanlarda demografik yapıda büyük değişiklikler oldu. Bütün bu hadiselerin çıkış sebeplerini iyice tahlil edip gençlerimize doğru olarak anlatmak elzemdir. Zira yeni nesil geleceğe hazırlıklı olmalı ve yakın geçmişimizden, mâzimizden ders almalıdır ki, içinde yaşadığımız iç ve dış problemlerin çözümüne ışık tutabilsin. Herkesin bu harpten siyasi, askeri, stratejik, sosyolojik ve ekonomi bakımından çıkaracağı pek mühim dersler vardır" sözleriyle anlatıyor.



Bir çavuşun subayına mektubu

Kitapta 1913 senesinde bir çavuşun subayına yazdığı mektup da yer alıyor. Mektup şöyle:

"Zabit Efendi! Kuvvetli düşman müfrezelerinin Gümülcine’ye indiğini, askerimizden bir kısmının çekildiğini ve bazısının esir edildiğini işittim! Geçen gün dört erle bana teslim ettiğiniz Kuru Orman sırtındaki mühimmat deposunu hâlâ muhafaza ediyoruz. Tabii Gümülcine’yi işgal eden düşman buraya da gelecek! Doğrusu devletimin ve milletimin nice fedakarlıklarla burada yığdığı bu cephaneyi, sapa sağlam düşmana teslim edecek değilim! Buna ne askerlik vazifem, ne de vatan sevgim müsaade eder. Elbette burayı havaya uçuracağım! Fakat o binlerce liranın heba olmasına üzülüyorum. Haydi, havaya uçurdum. Sonra ne olacağım? Düşmana esir değil mi? Nihayet tek bir asker diye düşmanın beni öldürmediğini farz edelim. Fakat acı esaret hayatına nasıl tahammül edeceğim? Biz buraya esir olmak için mi geldik? Milletin paralarını, devletin namusunu esaretle ödemek için mi asker olduk? Hayır, hayır! Ben bu zilleti kabul edemem. Dün bizim idaremiz altında rahat yaşayan bu vahşi çobanların eline esir düşmek! Aman yâ Rab bu ne müthiş zillet! Bu vahşi insanların hakaretleri ve süngüleri altında esir yaşanır mı? Bu, Türklük için ne büyük felakettir! Ben bu esirlik zilletine düşmektense bin defa ölmeyi tercih ederim. O hâlde ne yapmalıyım? Düşmana hiçbir zarar vermeden cephane deposunu ateşe mi vereyim? Hayır! Ben bu cephane deposunun içine saklanacağım. Burayı teslim almaya gelen Bulgarlar iyice toplanıncaya kadar saklanacağım. Ben de içinde dâhil olmak üzere bütün cephaneyi havaya uçuracağım. Zabit Efendi, şu cür’etimi mazur görünüz. Bir asker ya askerlik vazifesini yerine getirmeli, ya da kahrolup gitmelidir. Ben ecdadımın kanını taşıyorum. Hiç bir Türk neferi harpte beş düşmanı öldürmeden kendini feda etmezdi. Memleketimde bulunan ana ve babama, hanımıma ve çocuklarıma selamımı yazınız. Onlar seferberlik ilan edildiği sırada beni subaşında, değirmen kenarında uğurladılar. Bana; “Ya Yaralı arkadaşına yardım eden askerimiz. Gâzî Ol, Ya Şehîd Ol!” demişlerdi. Cenâb-ı Hak bana şehîd olmayı nasib ediyor! Yazacağınız mektuba; yaz mevsiminde, altında oturup dinlendiğim ağacın gövdesine şehîd olduğum tarihin yazılmasını ve yetişecek evlatlarımın hain düşmandan öç almasını vasiyet ettiğimi de yazınız. Seneler sonra muzaffer ordularımız Gümülcine ovalarına ayak basarsa benim ruhum da bu zafer sevinçlerine katılacaktır. Piyade dördüncü bölüğünden çavuş Ali."
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *